Bitlis'in Tarihçesi

BİTLİS İLİNİN TARİHÇESİ

 

A- Yazılı Tarih Öncesi

 

Bitlis’in ilk defa ne zaman kurulduğu ve adının nereden geldiği hakkında kesin malumat yoktur.[1] Şehrin Asur dilindeki adı “Bıt-liz”dır.kaynaklarda çok tekrar edilen bir efsaneye göre şehrin adını,burada bir kale inşa eden İskender’in Generallerinden Lais veya Badlis’ in isminden alınmıştır.[2] Ermeniler tarafından  Bageş (Pagiş) diye kullanılmış; Araplar tarafından Batlis şeklinde yad edilen bu şehrin adına evvelki Türk eserlerinde Bidlis şeklinde rastlanmaktadır.[3]

Bugün Bitlis il sınırları İçinde bulunan Suphan ve Nemrut dağlarındaki Obsidyen (doğal cam) yatakları, bölge tarihinin doğrudan olamasa da dolaylı olarak Neolitik (Yenitaş) dönemine kadar çıktığını gösterir. Obsidyen yataklarından elde edilen doğal camın yontucu, kesici, kazıyıcı olarak çevredeki yerleşim yerlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. [4] Ama yörede arkeolojik araştırmaların yetersizliğinden dolayı kentin tarih öncesi dönemleri tam olarak aydınlatılamamıştır.

Ancak bugüne kadar Doğu Anadolu  bölgesinde yapılan kazı ve satıh araştırmaları neticesinde Bitlis yöresinde M.Ö 4 bin yıllarından itibaren Asyalı bir millet olan ve dilleri de Türkçecin dahil olduğu Ural-Altay dillerine benzeyen Hurriler’ in yaşadığı bilinmektedir.

 

B- Urartular Dönemi

 

Bitlis ve yöresi M.Ö 1700’ lerden sonra Hurri-Mitanni hakimiyetine girmiştir. Fakat Mitanni devleti Hititliler tarafından yıkılınca Hurri devleti de küçük beyliklere bölünmüşlerdir. Bunda sonra Van Gölü  çevresinde Urartular hakimiyet kurmuşlar ve Asurluların bölgede yayılmalarını başarıyla engellemişlerdir.[5] Van Gölü havzasında köklü bir medeniyet kuran Urartular’ ın Bitlis ve çevresini de elinde tutmuş olmaları kuvvetle ihtimaldir. [6]

Urartular’ ın güney komşusu, Asur devleti yıkıldıktan sonra Ön Asya’ da yeni bir güç olarak ortaya çıkan İskiler Urartu hakimiyetine son verdikten sonra bölgeye yerleşmeyip güneye doğru inmişlerdir.

 

C- Persler Dönemi

 

       Bundan sonra Doğu Anadolu Medler ile Lidyalılar arasında mücadele alanı olmuş ve sonuçta Doğu Anadolu gibi Bitlis’ de Med hakimiyetinde kalmıştır. Doğu Anadolu Medlerden Perslere geçtikten sonra Anadolu’ da bir takım satraplıklar kurulmuş ve bu satraplıklardan biride Bitlis, Muş, Siirt ve Van’ ıda içine almıştır.[7]

I. Darius zamanında (M.Ö 521-486) İran yaylasından Anadolu da Kızılırmak’ a uzanan yörede Pers egemenliği kuruldu. Oluşturulan Satraplıklar ve alınan verdilerle, Pers İmparatorluğu kısa sürede gelişti.

Satraplıkların en önemlilerinde biri, Pers İmparatorluğu’ nun  üçüncü büyük satraplığı olan Ermenistan (Ermenia) satraplığı idi. Doğu Anadolu da Bitlis ve yöresinin de bağlı olduğu bu satraplık eski Urartu ya da Kaldi devleti’ nin topraklarını kapsamaktaydı. Asur kaynaklarında, Nairi diye anılan bu bölğe, Bitlis- Van havzası ile Doğu Fırat2 ın yukarı vadisini, Ararat’ tan (Ağrı) batı da Fırat kıyılarına olan topraklar olarak gösteriliyor. Tarihçi Herodotos’ a göre, bu satraplık Perslerin on üçüncü satraplığı idi.

Bugünkü Bitlis, Siirt, Muş, İlleri ile Ağrı ve Van yörelerini içine alan bu satraplık, Pers hazinesine yılda 400 gümüş talen vergi ödüyordu; her yıl “Mitra bayramı” ne da Pers Krallığına  20.000 at göndermekle yükümlüydüler.

 

 

 

 

 

 

Ç- Makedonya Krallığı Dönemi

 

M.Ö 331’ de Büyük İskender’ in Pers hakimiyetine son vermesi ile Bitlis Büyük İskender’ in ordularının denetimi altında kalmıştır.[8]

Makedonya Kralı Büyük İskender’ in Bitlis’ e uğradığı hakkında kesin bir malumat yoktur; ama bazı kaynaklarda, İskender’ in Bitlis’e uğradığını ve Bitlis kalesinin onun emri ile inşa edildiğini belirtmektedirler. Bu konu daha çok efsane gibi anlatılmaktadır.

Evliya Celebi’ de Seyahatnamesinde, Büyük İskender’in alının da boynuz gibi iki et çıkıntısı olduğunu; bunun İskender’i çok rahatsız ettiğini belirtmektedir. Doğu Seferi sırasında Bitlis’ e gelen İskender buradan gecen sudan içtiğini ve neticesinde İskender’ in boynuzlarının yok olduğunu belirtmektedir. Bundan dolayı İskender, bu suyun kenarına bir kalenin inşasına karar vermiştir.[9]  Bunun bilimsel bir gerçekliği yoktur. Büyük bir ihtimalle Evliya Çelebi, Bitlis suyunun güzelliğine dikkat çekmek istemiştir.

 

D- Selokid Krallığı ve Romalılar Dönemi

 

Büyük İskender’ in ölümünden sonra teşekkül eden Helenistlik krallıklar zamanında Suriye ve bütün Yakındoğu’ ya hakim olan Selokid’ lerin idaresine girmiştir. Selokid Krallığının yıkılmasından sonra Bitlis Partlar’ın hakimiyetine girdi. Ancak Partlar ile Romalılar arasında süren uzun sürekli çatışmalardan sonra Bitlis Roma hakimiyetine girdi. Bunun ardından da Bitlis, daha sonra İran’ da hakimiyet kuran ve Part hakimiyetini çökerten Sasaniler’ le Romalılar arasındaki savaşlar sırasında sık sık el değiştirdi.

M.S 395’ te Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması üzerine Anadolu gibi Bitilis’ de Doğu Roma (Bizans ) nın etki alanı içine girdi. Bizans doğuda sarsılmış durumu kurtarabilmek için Sasani devleti ile yaptığı savaşlar sonunda, Bitlisi’ i 591 tarihinde kendi topraklarına katmıştır.[10]

 

 

E- Bitlis’in İslam Egemenliğine Girmesi

 

Bitlis,  Halife Ömer zamanında el-Cezire fatihi İlyaz b. Ganm tarafından fethedildi (Ganm tarafından fethedildi (641). Bitlis hakimi Ahlat’tan alınan haraç kadar  haraç vermeyi kabul etti. Daha sonra Bizans ile müslüman Araplar arasında bir kaç defa el değiştiren Bitlis, Sugür ve Avasım bölgelerinde yer alıyordu.[11]

Halife Ömer zamanında (644 – 656) yine meşhur kumandanlardan Habib b. Mesleme el-Fihri Doğu Anadolu’da harekatça bulunurken İyad b. Ganm ile Ahlat beyi arasında yapılan anlaşmayı tasdik etti. Muaviye’nin ölümünden sonra başlayan dahili mücadeleler sonunda Van Gölü çevresindeki halk da isyan ederek Bizans İmparayorluğuna tabii oldular ise de Abdülmelik’in kardeşi Cezire Valisi Muhammed b. Mervan tarafından şidetli bir şekilde cezalandırıldılar. Bu bölgede  Cezire valiliğine bağlandı ve gönderilen amillerce idare edildi.[12] Bitlis, yöredeki bir çok kasaba, şehir ve bölgeler gibi, el-Cezire valiliğine bağlı olan Diyarbekir amilliğine tabii bir kale olarak kalmış ve bu teşkilat Abbasi döneminde de aynen devam etmiştir.[13]

 

1. Abbasiler Dönemi

 

Abbasiler devrinde Van Gölü çevresindski mahalli hanedanlar mevkilerinde bırakıldıkları gibi Emeviler  zamanındaki idari de aynen muhafaza edildi.Musul ve Diyarbekir bölgesindeki haricilik faaliyetleri de Abbasiler devrinde yeniden baş göstemiş ve bu faaliyetler zamn zaman Bitlis’e kadar yayılmıştır.[14] 

Abbasi halifesi Mütevekkil Billah zamanında Bitlis ve bölge halkı tekrar isyan etmiş ve Ermeniye valisi Muhammed b. Yusuf ‘u öldürdüler.Bunun üzerine halife Mütevekkil Samarra’dan Büyük Boğa’yı yöreye göndermiştir.Büyük Boğa emrindeki Türk askerleriyle bölgeye gelerek dirlik ve düzenliği sağlamıştır.Bilhassa bu dönemde Türk orduları Bitlis ve Ahlat’ta olduğu gibi, diğer şehirlere de yerleşmişlerdir.[15]

Dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Abbasi Devleti’nin zayıflaması üzerine, 928 yılında Bizans İmparatoru Romanus Lecapenus’un meşhur doğu “domestik’i” J. Kurcuas Ahlat ve Bitlisi zapt etti. Ermeni Bagratuni hanedanının ehemmiyet kazanması ve nüfus sahasını genişletmesi bu husus ile ilgilidir. Şehirde yerleşmiş Araplar ile amil ve emirler Ermeni Krallarını veya Bizans  imparatorlarını tanımak zorunda kaldılar. Bu dönemde Ahlat ve Bitlis’te camilerdeki minberleri kaldırtıp yerlerine haç koyduruldu. Halk büyük bir korkuya kapılarak oturdukları yerlerden göç ettiler.931 yılında Ermeni Kralı el-Dirani (Gagik)’in tahriki üzerine Bizanslılar bölgede korkunç bir yağma yaptılar[16]  

Bitlis daha sonra Abbasiler döneminde Diyarbekir’e hakim olan Hamdaniler ve Mervanilere bağlı olarak idare edildi. Bitlis X. Yüzyılda Bizans ile Mervani Devletleri arasında bir sınır şehri oldu.

 

2. Bitlis’in Türk Hakimiyetine Girmesi

 

XI. yüzyılda Türkmen akınları bu yöreye ulaştı ve 1047’de şehir Selçuklu hakimiyetine girdi; fakat yine Mervaniler’in elinde bırakıldı. Bu Türk taarzundan bir yıl önce  buradan geçmiş olan İranlı seyyah ve şair Nasır-ı Hüsrev kaleme aldığı Sefername adlı eserinde Bitlis’ten şöyle bahsetmektedir:

“...Ahlat’tan yedi fersah uzakta ve yüksek dağlarla çevrili derin bir vadinin içindedir. Yazın gayet sıcak kışın şiddetli soğuk yapar. Şark tarihçilerin buranın İskender tarafından kurulduğunu iddia ederler...”

Nasır-ı Hüsrev, Sefername adlı eserinde Bitlis balından da bahsetmektedir. Ayrıca ona göre bu dönemde Bitlis Ahlat kadar gelişmemiştir.[17]

Mervan oğullarından, Nasru’ d-devle Ebu Nasr Ahmed’ in Diyarbekir ve Bitlis bölgelerindeki elli yıldan fazla (1011-1062) süren hükümdarlık devrinin mühim bir kısmı, huzur ve sukut içinde geçti. Siyasi zeka sahibi olan bu zat, hayır eserleri yaptırıyor, ilim adamlarını ve şairleri himaye ediyordu; ülkesi umumiyetle, mamur ve bolluk içindeydi.[18]

 

3. Büyük Selçuklular Dönemi

 

Anadolu’ da Türk akınları başladığı dönemde Bizans İmparatoru Basilius II, Bitlis ve Ahlat’ ı 1021 tarihinde imparatorluk sınırları içine dahil etmişti. Daha sonra Tuğrul Bey’ in Bağdat seferini (1055) müteakip bir Türkmen kolu Bizans’ ın Muş bölge valisi Theodoros ile anlaşarak Ahlat’ı işgal etmiştir. Selçuklu Türkleri’nin Anadolu’yu zorlamaları ve Sultan Alp Arslan’ nın İmparator  IV. Romanos Diogenes’i Malazgirt’te  yenilgiye uğratıp esir alması üzerine –Bitlis’te dahil- Anadolu’nun doğusu Türklerin eline geçmiştir (1071). Ahlat özellikle bu devirde, Türklerin Bizans’a karşı yaptıkları gaza ve seferlerin hareket merkezi olmuş, gaza yapan serdarların başı olan ve Malazgirt zaferinin kumandanlarından biri olan Emir Sanduk karargahını bu şehirde kurmuştur. Sultan Alp Arslan bütün Van Gölü havzasını bu emire ikta ettiği gibi Ahlat şehrinde Mervanoğullarından alarak bu emire vermiştir. Fakat daha sonra Sultan Alp Arslan’nın Ahlat ve Bitlis’i eski sahibi olan Mervanoğullarına bıraktığını görüyoruz.[19]

Alp Aslan’dan önce Tuğrul Bey 1054’de Malazgirt kalesini kuşattı; fakat Tuğrul Bey’in kaleyi düşürmek için yaptığı bütün hücumlar boşa gitti. Kaleyi ele geçirmek için Bitlis’ten büyük mancınıklar getirmiş fakat bunlarla da kale düşürülememiştir.

 

Bitlis kesin olarak Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ na Katılması 1085’de (bazı kaynaklara göre 1084) Melihşah zamanında  gerçekleşti. Fahr’üd-Devle Muhammed b. Cuhayr kumandasındaki Selçuklu ordusu tarafından Mervaniler’den alınarak Alp Arslan’ın yanında Malazgirt savasına katılmış olan Dilmacoğlu Mehmed Bey’e ikta edildi. Bu şekilde Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na bağlı olarak kurulmuş olan Dilmacoğulları Beyliği’nin merkezi Bitlis oldu.[20]

 

4. Dilmaçoğulları Beyliği Dönemi

 

XI. asırda Türkler tarafından Anadolu’nun açılması esnasında, bir çok kez Türk boy ve oymaklarına, bil hassa Sultan Alp Arslan’nın Malazgirt Seferi’nde Türk ordusuna uğrak olan Bitlis, Selçuklu İmparatorluğu’nun tabiiiyetini kabul etmiş olması dolayısıyla, yine Mervanoğlu’nun elinde bırakılmış ise de, 1084’de Diyarbekir emiri olarak tayin edilen ve Mervanlı hükümetini ortadan kaldıran Fahr’üd-Devle Muhammed b. Cuhayr bütün Diyarbekir emaretinin arazisini zaptederek, şehir ve kalelerini Türk emir ve beylerine taksim ve Türk boy ve oymaklarına ikta etti. Bu meyanda bu şehir de, maiyetindeki ümeradan olup, Anadolu’nun açılmasında başlıca rol oynayan beylerden Dılmac veya Dilmacoğlu Mehmed’e vermiş ve o tarihiden itibaren, buraya Dilmacoğulları hakım olmuşlar.[21]

 

Doğu Anadolu’nun en eski ve en uzun ömürlü Türk hanedanı olan Dilmaçoğulluğu Beyliği, Erzen ve Bitlis’te hüküm sürmüştür. Bulundukları coğrafi mevki doğasıyla bu Beylik siyasi ve askeri hareketlerde daima Ahlat-Şahlar, Saltuklar, Artuklular ile beraber bulunmuşlar.[22]

Önce Ahlat-Şahlar’a daha sonra Artuklulara bağlı kalan bu beylik onlar ile birlikte Haçlılara ve Gürcülere karşı savaşlara katılmışlar. Ayrıca Dilmacoğlu Mehmet Bey, Malazgirt muharebesinde de bulunmuştur.

Mehmed’den sonra Bitlis hakimi olan Hüsam al-Davla Yeltiğin, 1100 tarihine doğru, Erzen şehri ile havalisini emir Şaruh’un elinden alarak emaretini büyütmüştür. Daha sonra Yeltiğin yerine oğlu Şams al-Davla Toğan Arslan geçti.[23]

Toğan Arslan zamanında beylik en parlak dönemini yaşadı. Bu dönemde Doğu Anadolu’daki beylikler Türkiye Selçukluları Sultanı  I. Kılıç Arslan’ a bağlı oldukları halde Ahlat-Şahlar ile Dilmacoğulları Büyük Selçuklulara tabii idiler.[24]

1134’de vefat eden emir Toğan Arslan’dan sonra, yerine oğlu Hüsam al-Davla Kurti geçti ve Ahlat melikleri ile birlikte gürcülere karşı yapılan seferlere iştirak etti.[25] Rivayete göre Kurti Gürcüler’ in kafalarından minare yüksekliğinde bir kule yapmıştır. Bu başarıdan dolayı olacak ki Saltuklular’ dan İzzeddin Saltuk kızını Kurti ile evlendirmiştir. Daha sonra Hısın Keyfa Artuklular’ından Rukneddin Davut’un saldırısı üzerine, Kurti Mardin’e giderek yine Artuklular’dan Timurtaş’ın himayesine girdi. Kurti 1143 yılında öldü.

Kurti’nin ölümünden sonra kardeşi Yakut Arslan geçti; fakat Yakut Arslan’ın hükümranlığı çok kısa sürdü ve 1145’te öldü.

Yakut Arslan’dan sonra yerine kardeşi Fahr et-Din Devletşah geçti. Onun beyliği uzun sürdü. Devletşah zamanında yine gürcüler üzerine Diğer beylikler ile birlikte bir sefer düzenlendi. Fakat başarı sağlanamadı. Devamlı bir suretle genişleme politikası izleyen Eyyubi istila tehlikesi bu dönemde ortaya çıktı.[26]

1182 yılında Selehaddin Eyyubi Fırat’ı geçip Urfa, Harran ve Musul üzerine taaruz edince, Diyarbekir ve Ahlat bölmelerindeki Türkmen emirleri Ahlat şahı II. Sökmen’in etrafında birleştiler.Bitlis ve Erzen hakimi Devletşah da Selahaddin’e karşı Türkmen ittifak güçleri içinde yer aldı. Mardin’e kadar giden ittifak güçleri, savaşmadan geri döndüler.[27]

Dilmacoğulları Beyliği Erzen ve Bitlis olmak üzere iki kola ayrılmış ise de bunun ne zaman olduğunu ve Devletşah’ın 1183 den sonra ne kadar yaşadığını bilemiyoruz. Beyliğin, onun ölümünden sonra taksimi kabul etmek mümkündür.[28]

Devletşah’ın ölümünden sonra Dilmacoğulları Beyliği, sadece Erzen ve yörelerinde hüküm sürmüştür. Daha sonra Hüsameddin Tuğrul beylik tahtına geçmiştir. Tuğrul 1229 yılında Anadolu’ya yönelen Celaleddin Harzemşah’a tabii olmuş, böylece beyliğin varlığını korumuştur. Erzen’deki Dilmacoğulları Beyliği daha sonra Anadolu’yu istila eden Moğollar’a tabii olmuşlar.Bu dönemdeki beylerin kim oldukları bilinmiyor. Ancak 1310’da Erzen’de Melik Salih, bey olarak bulunuyordu. Daha sonraki beyler ise Melik-i Kebir İmadeddin Devletşah, İzzeddin Muhammed, Melik Celaleddin ve Sultan Ali idiler. Sultan Ali diğer Anadolu beyleri gibi, Anadolu’yu istila eden Timura tabii olmuştur. Nihayet üç yüz yıl gibi uzun bir dönem hüküm sürmüş olan Dilmacoğulları Beyliği Akkoyunlular zamanında ortadan kaldırılmıştır.[29]

Bitlis’te kurulan Dilmaçoğulları, Büyük Selçuklu Devleti’nin çökmesiyle önce Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan’a (1092 –1107), ondan sonra da Ahlat-Şahlar’ın kurucusu  Sökmen el-Kutbi’ye (1100-1111) bağlanınca Bitlis şehri de bunlara tabii oldu.[30]

Sultan Melikşah’ın 1092’ de ölümünden sonra Selçuklu Devleti’nde saltanat çatışması başladı ve yeni yeni beylikler ortaya çıktı.Bunlardan biriside Van-Ahlat bölgesine egemen olan Sanduk oğlu Beyliğidir.Bu beylik daha sonra Ahlat-Şahlar Beyliği’ne dönüştü. Büyük Selçuklu Devleti’nin çöküşüyle ortaya çıkan “Ahlat Türk-Şahlığı” bölgeye egemen oldu.[31]

 

5. Ahlat-Şahlar Dönemi

 

Ahlat’ta XII. Yüzyılın başında kurulmuş olan bir Türk devletidir.Ahlat, Van Gölü’nün batı sahilinde, orta çağda Doğu Anadolu’nun en büyük,  en kalabalık ve en müstahkem şehirlerden biriydi.Dolayısıyla bu sülaleye Ahlat-Şahlar denildiği gibi, hakim oldukları bölge sebebiyle Ermen-Şahlar olarak da adlandırtmaktadırlar.Bu sülaleye ayrıca kurucusu Sökmen (yiğit, kahraman)’e nispetle Sökmeniyye, Sokmaniyya (veya Sökmenliler) de denilmektedir.

Ahlat-Şahlar’ın kurucusu Sökmen, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın amcası Yakuti’nin oğlu olan Kutub ed-Din İsmail’in bir kölesi idi.Bu nedenle kaynaklar onu genellikle Sökmen el-Kutbi adıyla tanıtırlar.[32]

Büyük Selçuklu Devleti’nin Mervanoğulları’nı 1085’te ortadan kaldırmış olmasına rağmen, Ahlat 1100 yılına kadar bir Mervani emiri tarafından yönetilmiştir. Ancak Mervani emirinin zulmünden bıkmış  usanmış olan Ahlat halkı adaleti ve iyiliği ile şöhret kazanmış olan Sökmen el-Kutbi (H. 493/M. 1099)’yi çağırıp şehri ona teslim etmişler. [33]

Sökmen, Kutbeddin İsmail’in dayısı Berkyaruk’a karşı giriştiği saltanat mücadelesi sırasında hayatını kaybetmesi üzerine, onun oğlu Mevdud’un hizmetine girdi. Bir müddet sonra da Berkyaruk kardeşi Muhammed Tapar’ı Azerbaycan ve Ernan meliki tayin ettiği zaman Sökmen ve Mevdud ona tabii oldular. Ve her zaman Muhammed Tapar’ın yanında yer aldılar.[34]

Muhammed Tapar, Ahlat ve Van yöresini İkta olarak Sökmen’e verdi. Böylece Sökmenler’in temeli atıldı. Sökmen bey hep Büyük Selçuklu tahtına bağlı kalmakla birlikte, Haclılara karsı yapılan savaşlarda Anadolu Selçukluları ve öteki beyliklerle de birlikte oldular.[35]

Sökmen el-Kutbi tarafından kurulan Ahlat-Şahlar bu bölgede çıkan küçük Selçuklu  beylikleri içinde en kuvvetli olanıdır. Ahlat emirleri kendilerine Şah Erman unvanını ifaze ediyorlardı.

Sultan Tapar 1105 yılında Musul emiri Cükürmüş’ü kuşatma altında tutarken Ahlat emiri Sökmen’de onun yanında yer aldı. Ancak  Musul kuşatması sırasında kardeşinin ölüm haberini alan Muhammed Tapar, Cükürmüş ile anlaşarak, yanında yer alan Sökmen ve diğer emirlerle birlikte Bağdat’a hareket etti.[36]

Bu gelişmeler sırasında Ahlat Emiri Sökmen, Sultan Muhammed Tapara bağlı kalmakla çok güçlendi ve ülkesinin sınırlarını genişletmek için Meyyafarikin (silvan) üzerine yürüyerek muhasara etti. Sonunda buranın hakimi Atabek Humartaş açlık tehlikesi karşısında şehri teslim etmek zorunda kaldı.

 

Sultan Muhammed Tapar’ın emri ile Haclılara karşı girişilen savaşta Musul emiri Mevdud’un yanında Sökmen el-Kutbi’nin de yer aldığı bir ordu Urfa’yı kuşattı. Fakat bu müttefik Selçuklu ordusu bir şey elde edemeden Harran istikametinden geri çekildi. 1111 yılı başında Sultan Muhammet Tapar’ın emri ile Haclılara karşı yapılan diğer bir seferde Sökmen el-Kutbi, Musul emiri Mevdud ve Artuklu İlgazi’nin oğulları yanında katıldı. Fakat bu seferden de sonuç alınamadı.[37]

Sökmen, Haclılar üzerine yapılan sefer sırasında öldü (1112). Tabutu Ahlat’a götürülürken, Artuklu İlgazi, gaza yaparak vefat eden emirin ve askerlerinin mallarını almak için yollarını kesti; fakat Sökmen’in askerleri İlgazi’nin ordusunu mağlup ettiler.[38]

İşte bu mücadeleler sonunda Sökmen. Ahlat-Şahlar Beyliği’ni  güçlü bir devlet haline getirerek merkez Ahlat olmak üzere Meyafarkin, Malazgirt, Erciş, Adilcevaz, Eleşkirt, Van, Tatvan, Erzen, Bitlis, Muş, Hani ve Bargiri gibi şehirlere hakim oldu.[39]

Sökmen’den sonra yerine oğlu Zahirüddin İbrahim geçti. Ancak başarısız bir idare göstermesi Ahlat-Şahlar Beyliği’nin zayıflamasına ve toprak kaybetmesine sebep oldu. Bu zayıflamada birazda annesi İnanç Hatun’un devlet idaresini ele geçirmek istemesi rol oynadı. Diğer taraftan erden ve Bitlis beyi Hüsam’üd-Devle Togan Arslan Ahlat-Şahlar’dan ayrılarak bağımsız olmuştu. Zahirüddin İbrahim, Hüsam’üd-Devle ile yaptığı savaşta galip gelerek Bitlis şehrini muhasaraya muvaffak oldu. Daha sonra Artuklu hükümdarı Davut ile başarısızlıkla sonuçlanan Gürcistan seferine katıldığını görüyoruz.[40]

Yerine bir  rivayete göre Ahmed, diğer rivayete göre ise Yakup adlı kardeşi geçti. Bununla beraber o Ahlat tahtında ancak on ay kadar kalabilmiştir. Zira iki kardeşin annesi İnanç Hatun  tekrar siyaset sahnesinde rol oynadı; oğlu yerine torunu ve İbrahim’in oğlu II. Sökmen’i tahta çıkarıp onun namına bizzat idareyi eline aldı. Hatta devlet adamları, İnanç Hatun’un Torununu öldürüp tam istiklal ile devlete hakim olmak niyetinde bulunduğunu öğrenince 1133 senesinde Hatun’un hayatına son verdiler ve devleti onun tasallutundan kurtardılar.[41]

Çocukluk yıllarını buhranlı geçmesine rağmen, Ahlat-Şahlar Devleti Nasreddin II. Sökmen zamanında en iyi devresini yaşamıştır. Irak Selçuklu sultanı Mesud’un kardeşi Selçuk-Şah’a Ahlat, Malazgirt ve çevresini İkda etmesi ile bir  ara Ahlat-Şahlar Devleti yok olma tehlikesi geçirdi (1137-1138). Selçuk-Şah bölgeyi tahrip ederek halkına kötü davrandığından Burada başarılı olamadı, sonrada İran’ın Fars bölgesine gitti. Bu yıl içinde II. Sökmen  ikinci bir tehlike ile karşılaştı ve Sasunlular’a esir düştü. Ertesi yıl Artuklu Timurtaş’ın aracılığı ile kurtuldu.[42]

II. Sökmen devrinin en önemli hadiseleri Gürcü savaşlarıdır.  Türk hükümdarlarının birbirleriyle ve Haclılarla savaşlarını fırsat bilen Gürcüler Ani (Kars)’yi  işgal edince, II. Sökmen, İzzeddin Saltuk, Bitlis emiri Togan Arslan’ın oğlu Devletşah ve Artuklular’dan Necmeddin Alp kuvvetlerini birleştirerek 1161’de Gürcistan’a  çıkmaya karar verdiler. Fakat türk kuvvetleri büyük kayıplar vererek geri döndü ve II. Sökmen esirleri kurtarmak için büyük meblalar ödemek zorunda kaldı. Gürcüler bu  seferden kuvvet ve güç alarak 1162’de Dovin’i işgal ederek binlerce kişiyi kılıçtan geçirdiler. Gürcülerin bu zulmü üzerine Azerbaycan Atabegi  İldeniz, Irak Selcuklu Sultanı Arslan Şah, II. Sökmen ve Devletşah  1163 tarihinde Gürlülerin topraklarına girerek intikamlarını aldılar.[43]

Diğer taraftan bu sıralarda Musul Atabegi Nureddin Mahmud’un ölümü üzerine (1174) Selahaddin Eyyübi bağımsızlığını kazanarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu Türk Beylikleri için önemli bir tehlike teşkil etmeye başladılar ve onları ortadan kaldırmaya yönelik bir siyaset takip etti. Nitekim bu amaca yönelik olarak 1182 yılında Musul’u kuşattı. Bunun üzerine Musul Atabryi İzzeddin Mesud, Ahlat-Şah Sökmen ile Atabeg Cihan Pehlivan ve kardeşi Kızıl Arslan’dan yardım istedi. Sonunda adı gecen emirler ve halife en-Nasır’ın aracı olması ile Selahaddin Eyyübi Musul kuşatmasından vazgeçirildi.[44]

Diyarbekir’den sonra Selahaddin Eyyubi’nin Ahlat üzerinde emelleri belirmeye başladı ve hadiseler de bunu tahrik etti. Kutbettin İlgazi 1184 senesinde ölünce oğlu Hüsameddin Yavlak-Arslan küçük yaştan olduğundan dayısı Ahlat-Şah’ı Sökmen, Mardin Artuklu ülkesi idaresini nizama koydu. İlgazi’nin eski kölelerinden yetişme Alp-Kış hayırlı ve dindar bir insan olarak şehzadenin terbiyesine memur edildi. II. Sökmen’ de, 1185 tarihinde ölünce meseleler daha karışık bir hal aldı. Bir çok hükümetlerin ihtirasları Ahlat üzerinde toplandı. Altmış dört yaşında ölen II. Sökmen, oğlu olmadığı için bir kısım emirler Selahaddin Eyyıbiye Sökmen ilinin daha büyük ve zengin olduğunu, Musul’u bırakıp buraya gitmesini istiyor; Bitlis beyide Selahaddin’e aynı müracaatı yapıyordu. Bu taleplerin bir sebebi de Atabeg İldeniz’in oğlu Pehlivan da Ahlat’a göz dikmiş ve hükümdarı öldüğünü öğrenince harekata geçmişti.[45]

II sökmenin vasiyeti üzerine beyliğin başına evlat edinmiş olduğu Memluk asıllı Seyif ed-Din Beg-timur geçti (1185).

Eyyubiler’in Urfa ve Harran meliki Takiyuddin Ömer, Ahlat-Şahlara ait Hani’yi aldı (1191). Beg-timur’un onu durdurma gayreti başarısızlıkla sonuçlandı. Takiyuddin Ömer, önce Ahlat’ı sonra da Malazgirt’i kuşattı; fakat onun bu kuşatma sırasında (1191) daha sonrada Selahaddin Eyyubi’nin (1193) ölmesi, Beg-timur’a rahat bir nefes aldırdı.  Beg-timur Meyefarikin’i kurtarabilmek için Eyyubiler’e karşı harekata geçmeyi düşündü. Fakat o da bu arzusunu gerçekleştirecek fırsatı bulamadı. Muhtemelen damadı Aksungur tarafından öldürüldü. Kayınpederinin yerine gecen Aksungur’un saltanatlığı fazla sürmedi 1197 yılında öldü. Yerine gecen Sökmen’in kölelerinden Kutluğ’un saltanatı ise sadece  yedi gün sürmüştü. Ermeni kökenli olduğundan halk ayaklanarak onu öldürdü ve Beg-timur’un oğlu el-Mansur Muhammed tahta geçirildi.[46]

Ahlat Ülkesi Sökmenli Devleti zamanında çok ileri ve refahlı bir memleket olmuştu. Eyyubiler’in 1207’de işgallerine karşı bizzat halk büyük bir mücadeleye girişmiş; kendi devlet ve hükümdarlarına daima sadakat göstermişlerdir. Eyyubiler buraya hakim olduktan sonra bu ülkeyi ihmal etmişler;  Gürcü, Harizimşah ve Moğol istilaları Sökmen ilini harap ettiğinden dolayı halk Alaeddin Keykubad’ın kudretli ve adil  idaresini memnuniyetle kabul ettiler.[47]

Sultan Alaeddin, Celaleddin’i bozguna uğrattıktan donra, Selçuklu Türkiye’sinin hudutlarını bir yandan Tiflis’e kadar genişletirken Sökmen ilini de Eyyubilerin idaresine son vermek suretiyle Ahlat, Bitlis, Van, Malazgirt ve Adilcevaz şehirlerini ilhak etti. Harizim ve onu takip eden Moğol istilaları ile dağılan halkı topladı.

1243 Köse Dağ bozgunu ile Anadolu tamimiyle Moğol işgaline girdiği devirde, Selçuklu Devleti ve sultanları, Muineddin Pervani’nin idamından, 1277’den, sonra hükümsüz kaldığı halde, Alaeddin Keykubad zamanında olduğu gibi Ahlat ve havalisi de yine resmen ve hukuken Türkiye hudutları dahilinde sayılmıştır.[48] 

Sökmen-ili Selçuklulardan ve İlhanlılardan sonra Kara-Koyunlu Türkmenlerinin ve daha sonra da Osmanlı hakimiyetine girdi.Fakat bu ülke bir daha eski refah ve medeniyetini göremedi.

Ahlat-Şahlar Devleti doğu-batı ticaretini ellerine geçirerek, Ahlat’ı bir açık Pazar haline getirdiler. Öyle ki Güney ve Güneydoğu hudutları dahilinden gelen ihraç malları ile İran’dan gelen emtia, Coğrafyacıların “Antrabzon”da dedikleri Trabzon limanı vasıtasıyla Ahlat-Şahlar tarafından gemilerle İstanbul’a taşındı. Nitekim Ahlat-Şahlara ait gemilerin Kostantiniye denizin (Karadeniz) de batması ve bir grup Ahlatlıların boğulması bunu doğrular mahiyettedir.  Çağdaş tarihçiler bu dönemde Ahlat’ın gelirlerinin Mısır’ın gelirlerine denk olduğunu ifade ederler ki, bunu pek çoğu yer sarsıntılarında yıkılmış olan kervansaraylar bile doğrular mahiyettedir.[49]

Ahlat-Şahlar döneminden kalma camii, medrese, zaviye ve kervansaraylar gibi eserlerin zamanımıza kadar gelmemesi dikkate şayandır. Bunun birinci sebebi tabiii afetler, ikinci sebebi ise istilacı orduların yaptığı tahribat önemli olsa gerek.[50]

 

6. Eyyubiler Dönemi

 

Ahlat’ın Ahlat-Şahlar devrinde ulaştığı zenginlik, büyük küçük bütün komşu hükümdarlar da oraya sahip olmak arzusunu uyandırmıştı. Selahaddin Eyyubi’nin kardeşi el-Adil’in oğlu el-Evhad ve Erzurum Meliki Selçuklu Tuğrul Şah bunların başlıcalarını teşkil eder. Tuğrul Şah’ın Ahlat Şah Balaban’ın hayatına son vermesi, şehrin Eyyubi,  el-Melikü’l Evhad b. el-Adil’in eline geçmesine sebep oldu (1203-1204). El-Melikü’l Adil halkın mühim bir kısmını öldürmesi, ileri gelenleri Meyyafarikin’e sürmesi, Ahiler birliğinin dağıtılması Ahlat’ın gelişim hayatına vurulmuş büyük bir darbedir. El-Evhad sadece ileri gelenlerden on sekiz bin kişiyi öldürmüştür. Bu durumdan faydalanan Gürcüler 1208’de ilerleyerek Erciş’i ellerine geçirip oradaki her şeye sahip oldular.

Gürcüler’in Ahlat yöresini yağlamaya başlamaları üzerine el-Evhad babası Eyyubiler’in başı el-Adil’e “feryadnameler”   [51]göndermek zorunda kalmıştı. El-Adil  Harran’a geldiğinde Gürcüler’in ülkelerine döndüklerini öğrenip başka işleri ile meşgul oldu.

Emir Hüsemeddin Ali valiliği zamanında Celeleddi Harzemşah’ın birinci Ahlat kuşatması vuku buldu (1226). Celeleddin Harzemşah, Ahlatı kuşattıysa da Yıva Türkleri’nin Azerbaycan’ı yağmaladıkları haberini alması üzerine kuşatmayı kaldırarak bölgeden ayrıldı. Aynı yıl Celaledddin [52]Harzemşah, Selçuklu   saltanatını yıkıp Anadolu’yu ele geçirmek için Doğu Anadolu da stratejik önemi olan Bitlis-Ahlat’ı kuşatmaya karar verdi.

Bu tarihlerde Doğuda Moğol tehlikesi baş gösterdi. Maveraünnehir bölgesindeki Harzemşahlar Devleti, Moğol Devleti ile çatıştı. Harzemşahlar Devlet’i Sultanı Celeleddin Mengüberti (Tanrıverdi) moğollar’a karşı mücadele vererek batıya çekildi. Sultan 1229’da Ahlat’ı kuşattı. Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubad, hem Harzemşahlar hem de Moğol tehlikesine karşı Suriye’deki Eyyubi Devletiyle ittifak yaptı.

Erzurum Meliki Cihanşah’la birleşik Celaleddin Harzemşahın ordusu, Eyyubi ordusuyla birlikte hareket eden Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’la Yassı çemen (Erzincan) de karşılaştı ve sultan Celaleddin yenilerek kaçtı. Bu olay, Moğollar’a karşı birleşmesi gereken iki Türk hükümdarının tutumlarını göstermesi bakımından ibret vericidir. Bu olaydan sonra Selçuklu sultanı Ahlat’ı Eyyubi sultanı el-Melikü’l Eşref’e verdi.[53]

 

7. Anadolu Selçuklular Dönemi

 

Celaelddin Harzemşah’ı takip eden Moğollar 1231’de Bitlis’i ele geçirerek tahrip ettiler. Bunu üzerine Sultan Alaeddin Keykubad, Kemaleddin Kamyar kumandasındaki bir Selçuklu ordusunu Bitlis yöresine gönderdi. Kemaledddin Kamyar kısa bir süre içinde çevredeki başka yerlerle (Van, Ahlat, Adilcevaz) birlikte Bitlis’te Anadolu Selçuklu Devleti sınırları içine kattı (1232). Moğolların harap ettikleri kaleyi onardı.[54] XIII.yy’da   Anadolu’yu kasıp kavuran Moğol istilalarıyla Bitlis ve yöresi de büyük tahribatlara uğramış.

 

Celaleddin Harzemşah’ın faaliyetine son veren Moğollar (1231), Van Gölü bölgesinde sık sık akınlarda bulunuyorlardı. 1231 yılında Bitlis’ten Ahlat’a gelen Moğollar burada yağmalanacak bir şey bulamadılar.[55]

 

 

 

 

 

8. Moğollar Dönemi

                                  

Anadolu Selçuklu Devleti’nin 1243 yılında Köse Dağ savaşında İlhanlılara yenik düşmesinden sonra Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi Bitlis ve Ahlat yöresi de 1244 tarihinde İlhanlıların eline geçti.  Bundan sonra Bitlis’in bulunduğu Ahlat emirliğinin kapsadığı saha bir eyalet haline getirilerek, İlhanlı valileri tarafından idare edilmeye başlandı. İlhanlı hakimiyetini sağlamak için de muhtelif Moğol boy ve oymakları yöreye yerleştirildi.[56]

Moğol akın ve yağmaları, tahrip ve kavgaları medeni sukutu tamamladı. İlhanlılar Müslüman olduktan sonrada Memluklular ile yaptıkları muharebede Sökmen-ili, orduların yolunda bulunmakla, daima sıkıntılara uğruyordu. İran Moğollarının yazlık payitahtları  Van Gölü’nün kuzeyinde, Ala dağda, bulunuyordu; bu merkezin faydaları yanında zararları daha fazla görülüyordu. Bununla beraber Anadolu tamimiyle  Moğol işgaline girdiği devirde, Selçuklu Devleti ve sultanları, Müineddin Pervani’nin idamından, 1277’den sonra hükümsüz kaldığı halde, Alaeddin Keykubad zamanında olduğu gibi Bitlis ve Ahlat havalisi yine resmen ve hukuken Türkiye hudutları dahilinde sayılmıştır.[57]

 

9. Sutaylılar Dönemi

 

1338 yılında ortaya çıkan Çobanlı Küçük Şeyh Hasan, idareyi İlhanlıların Anadolu’daki umumi valisi Celayır Şeyh Hasan’ın elinden aldı ve Hülagü’nün oğlu Yaşmut kolundan Süleyman’ı hanlık makamına getirdi. Küçük Şeyh Hasan, Hacı Tugay’ı itaat ettirmek ve saf dışı bırakmak için Sutaylılar’ın yurdu olan Muş ve Bitlis yöresine gelerek görülmemiş yağma ve tahribatta bulundu (1340-1342). 1340 yılında Ahlat’ta Süleyman Han’ın adına para kesilmiş olması Ahlat ve Bitlis yöresinin bu tarihte yapılan sefer ile Çobanlı Küçük Şeyh Hasan’ın hakimiyetine geçtiğini gösterir.

 

Çok geçmeden Sutaylılar arasında bir iç mücadele başlamıştır. Bu mücadeleler Sutay’ın oğlu Hacı Turgay ile yeğeni Barımbay oğlu arasında cereyan ediyordu. Hacı Turgay, Musul, Ahlat, Erzurum bölgesini, yiğeni [58]İbrahim Şah da Diyarbekir bölgesini elinde tutuyordu. Söz konusu mücadeleler neticesinde İbrahim Şah amcası Hacı Turgayı öldürmüş (1343), Ahlat bölgesine de hakim olmuştur. İşte amca yeğen; yani Hacı Turgay ile İbrahim Şah arasındaki mücadele esnasında daha önce bölgeye gelen ve iki kardeş Türkmen oymağı olan Kara- koyunlular Hacı Turgay; Ak-koyunlular ise İbrahim Şah tarafında yer alırlar.

 

10. Kara-Koyunlular ve Ak-koyunlular Dönemi

 

Devletşah, Tezkere’sinde “Kara-Koyunlular’ın Türkistan’da Gazkud dağlarından çıkmış ve pek eski devirlerde Azerbaycan’a ve Bitlis havalisine gelmiş göçebe insanlar olduklarını” söyler.

Gaffari ise, Ak-Koyunlular’ın pek eskiden beri Diyarbekir de bulunduklarını ve beylerinin eczadden beri o mıntıka ümErcişından loduğunu söylediği gibi, Hayder Razi de aynı şeyi söyler.

İlhani   imparatorluğunun sukutundan sonra, onun enkazı üzerinde birbirleriyle mücadele eden Celayır, Çoban ve Sutay hanedanlarının kavgalarına iştirak eden bu iki oymaktan Kara-Koyunlular, Irak’taki Celayır ailesinin, Ak-Kouynlular ise, bu aileye rakip olarak, Musul ve Diyarbekir hatlarında hükümet kuran Sutayoğulları’nın hizmetine girmişler ve birbirleriyle harp etmişler.[59]

Anadolu’nun doğusunda, birbirlerine rakip olarak yaşayan bu iki oymak, XIV. asırda bütün yakın şarkta meydana gelen anarşi, yani Tevaif-i mülk devrinde faaliyete geçmişler ve her tarafa akınlar yığınlar yaparak  ve aynı zamanda birbirleriyle mücadele ederek, umran ve medeniyetin tahribine sebep olmuşlar.[60]

1343 yılında Çobanlı Küçük Şeyh Hasan’ın öldürülmesi ile Doğu Anadolu’da esasen çok bozulmuş olan dirlik ve düzenliği büsbütün ortadan kaldırdı. Mahalli reisler bu durumdan faydalanıp bir çok yerleri ellerine geçirdiler. 1350’de Ahlat’ın, Bitlis hakimi Ziyaeddin’in kardeşi Bahaeddin’in olması bu husus ile ilgilidir.

 

Bitlis hakimi ve akrabaları olan Muş ve Ahlat hakileri; Erciş’i ellerinde tutan Kara-koyunluların aksine, Timur’a baş eğmeyi siyasetlerine daha uygun bulmuşlar. [61] 1386’da İran’ın batısı zaptetmiş olan Timur, aynı senenin kışında, Karadağ’da bulunuyor ve Doğu Anadolu’nun istilasına hazırlanıyordu. 1387 baharında mezkur kışlıktan ayrılan Timur Nahçivan  yolu ile Anadolu’ya girdi.[62]

Irak-ı Arab’ın zaptından sonra, Timur etrafındaki hakim ve emirlere, bu arada Kara-koyunlu ve Ak-koyunlu beylerine de haberler göndererek, kendisine itaat etmelerini istemiş. Musul’dan Mardin’e doğru hareket eden Timur Ra’s al-Ayn’e geldiğinde, ordusunun sağ cenahını sevk ederek o havalideki Kara-koyunluları perişan ettikten sonra, Mardin ve Diyarbekir bölgelerini de istila hareketinde bulunmuş ve Muş sahrasına gelmiş.[63]

Timur’un oğlu Şahruh Mirza 1421 yılında Kara-koyunlular’ı takip ederken Erciş, Adilcevaz ve Ahlat şehirlerinden gecmişti; Adilcevaz’ın zapt edilmesine gönderdiği emirlerden Ginaşirin şehri aldıktan sonra Buranın kumandanları Kuddüs ile Zahid’i  hükümdarın katına getirdiği gibi, Ahlat’ı idare eden emir Muhammed de Şahruh’un huzuruna geldi. Bu emir Muhammed’in Bitlis hakimleri hanedanına mensup bulunduğunu veya şehri Bitlis hakimi Şemseddin adına idare eden bir emir olduğu şüphesizdir. Adilcevaz ise, Erciş gibi doğrudan doğruya Kara-koyunluların idaresi altında idi. Ak-koyunlu tehlikeside Şahruh’a sadakatle bağlı kalınarak önlenebildi.[64]

Kara-koyunlu İskender Mirza, Şahruh ülkesine döndükten sonra Bitlis, Ahlat ve diğer bazı yerlerin hakimi emir şemseddin ile Hakkari-Van hakimi İzzeddin Şir’in oğlu Melik Muhammed’i yakalattı (1422). Bunun sebebi onların Kara-koyunlu tabiiiyetini atıp Şahruh’a itaat etmeleri onu metbu tanımaları idi. Kara-koyunlu hükümdarı Ahlat Hisarı’nı teslim edilmemesi üzerine Şemseddin’i şehrin önünde öldürdü (1423). Buna rağmen hisar ele geçirilemedi. Bitlis de  üç yıl kuşatıldığı halde fetih olunamadı.

Kara-koyunlu Cihan Şah Mirza’nın 1451 yılında Bitlis ve Ahlat bölgelerinde yağma ve tahripler yaptığı ve halktan bir çok kimseleri tutsaklığa gönderildiği bildiriliyor. Aynı hükümdarın 1457 yılında Bitlis, Muş ve Ahlat’a hücum edip buraları aldığı, yağmalarda bulunduğu ve bin beş yüz kadın, çocuk ve diğer kimseleri tutsak ettikten sonra satıldığı yazılmaktadır.

 

Bitlis hakimlerinin Kara-koyunlular ile Ak-koyunlular arasındaki mücadelede tarafsız kalmak siyasetiyle ilgili ise bu siyaset onlar ve diğer bir çok emir için hiç de faydalı olmayan neticeler vermiştir. Cihan Şah Mirza’nın yerini alan Ak-koyunlu Uzun Hasan Beg (1468-1469) yılında Biçen oğlu Süleyman Beg kumandasında mühim bir kuvveti Bitlis’e sevk ettiği gibi, diğer bir kuvveti de başka beylerin idaresinde Ahlat üzerine göndermişti.Bitlis hakimi İbrahim Beg’in, annesini yollaması üzerine barış yapıldı (1472-1473). Bitlis, Ahlat ve Muş doğrudan doğruya Ak-koyunlular’ın idaresi altına girmişti.[65]

Kara-koyunlular’ın devletini mahveden Ak-koyunlular,  Safeviler tarafında ortadan kaldırıldılar.[66] XIV. asrın sonlarıyla XVI asrın başları, Safevi tarikat propagandasının bilhassa Anadolu’nun doğusunda ve güneyinde en çok hissedildiği yıllar olmuştur.[67]

Şah İsmail, Safevi Devleti’ni kurduktan sonra Ak-koyunlu hanedanı ve bilhassa Sünnilere karşı katliamlara başladı. Maksadı daha önce çoğunluğu Sünni olan İran’ın tamamını Şiileştirmekti. İran’da hakimiyetini   sağlamlaştıran Şah İsmail Anadolu’yu da ihmal etmemiş, halifeleri vasıtasıyla Anadolu üzerinde etkili bir propaganda faaliyetine girişmiş ve isyanlar çıkartmışlar. Bu durum Osmanlı yönetimini zor durumda bırakmıştır.

 

Bitlis Gravürü

 

11. Osmanlılar Dönemi

 

Olup bitenleri çok titiz bir şekilde takip eden Yavuz, tedbir alınmadığı taktirde Anadolu’nun elden çıkacağını ve Şiileşeceğini düşünerek Anadolu Kızılbaşlığı bertaraf edip memleketi sükunete kavuşturmak ve Anadolu’daki bütün bu karışıklıkların müsebbibi gördüğü Safevi devletini ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.

Bu nedenle Yavuz, İran’a yaptığı sefer sonunda 1514’de Çaldıran savaşı ile Safevi devletini mağlubiyete uğratarak bunlara büyük bir darbe indirdi.

Çaldıran savaşının kazanılmasıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi Osmanlı Devletinin hakimiyetine girdi. Bu bölgelerin fetih edilip Osmanlı ülkesine katılmasına şüphesiz en büyük payı İdris-i Bidlisi ve yörenin Kürt beyleri ile Yavuz’un komutanlarından Bıyıklı Mehmed Paşa’ya aittir. İdris-i Bidlisi, daha önceleri Ak-koyunlu hükümdarı Yakub’un divanında  katibi iken, Yakub’un ölümünden sonra diğer Ak-koyunlu hükümdarlarının Şah İsmail tarafından mağlup edilmesi üzerine İran’da durmayarak Osmanlı Ülkesine gelmiştir.[68]

Kürt beyleri tabiiyetinin artmasında Osmanlılar lehine propaganda yapan İdris-i Bidlisi’nin rolü büyük olmuştur. Padişah Çaldıran savaşı sonrası, Amasya’ya döndüğü vakit İdris-i Bidlisi’yi Diyarbekir bölgesine fetihlere zemin hazırlamak ve Kürt beylerinin tabiiyetini temin etmek üzere gönderilmiştir. Çaldıran zaferi ile kazanılan neticeleri tamamlayan, İdris-i Bidlisi’nin mahirane müzakereleri ve bunun sonucunda yöre beylerinin Osmanlı itaati altına alınması olunmuştur. Böylece Sulatan Selim’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu Siyasetini belirleyen kişilerden biri olarak, yüklendiği siyasi ve askeri faaliyetleri başarıyla yerine getirmiş oluyordu.[69]

İdris-i Bidlisi’nin çalışmaları kısa sürede carttttt tesirini gösterdi. Hemen hemen o bölgenin bütün şehirlerinde Diyarbekir, Bitlis, Hasankeyf vb. yerlerde Şah İsmail ve Safeviler’e karşı isyan başladı. Zaten eskiden beri, bölge halkı Sünni idi. Ancak yalnız başlarına, Şah İsmail’in bölge valisi Muhammed Han’ın kuvvetlerine karşı gelemediklerinden onların idaresini çaresiz kabul etmişler. Bu sırada Şeref Bey’de Bitlis’te Osmanlı sancağını çekip Şah İsmail’in adına hüküm süren kardeşi Halid Bey’ karşı bir isyan başlattı.[70]

Yavuz Sultan Selim, aralarında ittifak yaparak Safeviler’e karşı cephe alan Bidlis hakimi Emir Şerefeddin, Hısnıkeyfa Emri Halil, İmadiye Hakimi Sultan Hüseyin, Hizan Meliki Emir Davut, Urmiye, Cizre, Eğil, Palu, Siirt, Meyyafarikin (Silvan) gibi yirmi beş Kürt beyine itaatleri karşılığı beyliklerine ait topraklar üzerinde haklarını tanıyan beratlar, istimalet nameler göndermiş, sayısız askerlerle yeniden İran topraklarına yürümek kararında olduğunu duyurmuştu.

1515’te Safeviler’in Diyarbekir’i kuşatmaları ile İdris-i Bidlisi’nin tavsiyesi üzerine Bayburt’ta bulunan Bıyıklı Mehmed Paşa, Rum Beylerbeyi Şadi Paşa ile birlikte Diyarbekir’in imbatına koşmuştur. Bu sırada İdris-i Bidlisi  de Doğu Anadolu’da bulunan Kürt ümerasını Diyarbekir’e yardım etmek üzere ayaklandırmıştır. Diyarbekir’in alınmasıyla (1515) İdris-i Bidlisi, Sultan Selimden Diyarbekir bölgesine Kürt beylerini itaat edecekleri birini tayin etmesi isteğinde Selim, Bıyıklı Mehmed Paşa’yı uygun görerek 4 Kasım 1515’te Diyarbekir Beylerbeyliğine tayin etti.İdris-i Bidlisi’ye padişah tarafından hediyeler gönderildi. Vilayet haline getirilen Diyarbekir’in İdaresi de eskiden Ak-koyunlu divanında Çalışmakta olan İdris-i Bidlisi’ye verilmiş, daha sonra 1518 senesinde bölgenin tahriri işini de İdris-i Bidlis tamamlamıştır.

Safeviler’in Şii politikasına karşı Osmanlı Devleti, Doğu ve Güneydoğu Anadolu da Sünni politikasını gütmüştür. Kürt beylerinin Osmanlı Devletine   İtaat etmelerinde ki en büyük faktör mezhep birliği olmuştur.

1507’de Safeviler’in Van, Erciş, Bitlis’i İzzeddin hanedanının elinden almış, Çaldıran Zaferi sonrasında bu yöreden Bitlis hakimi Şeref Han şehrin anahtarlarını Yavuz Sultan Selim’e teslim etmişti. Sultan Selim ve Şah İsmail’in ölümünden sonra, Kanuni Sultan Süleyman ile Şah Tahmaps arasındaki mücadeleler başlamıştır. 1529’da Tahmaps, Van Bölgesi naibi olarak Ürkemez Be’,i  atamış, bu ve diğer Safevi naipleri bölgedeki yerli beylerden Bidlis hakimi Şeref Han, Mahmudi hakimi İvaz, Hakkari  hakimi Melek beylerle mücadele halinde olmuşlardır. 1533’te İran Seferine çıkan İbrahim Paşa, İran sınırlarına yakın olan kaleleri ele geçirme  fırsatı aramış, Adilcevaz, Ahlat, Erciş ve Revan kalelerinin beylerine hoş konuşur adamlarımızı göndermiştir. [71]

Viyana kuşatması sırasında Saltanat-ı Seniyye tarafında olan Bitlis hakimi Emir Şeref tam olarak bilinmeyen bir sebepten dolayı İran tarafına; şah tarafında olan Azerbaycan hakimi Olama Han Osmanlı tarafına geçmiştir. Avusturya ile barış yapıldıktan sonra İran’a sefer yapılması kararlaştırıldı. Bu sırada Olama Han Emir Şeref yerine Bitlis’e Beylerbeyi olarak atanmış, Emir Şeref ile Şah’ın yardımıyla tekrar Bitlis’e hakim olma mücadelesini veriyordu. Bu mücadele sırasında Emir Şeref öldü, Ölüm haberi İran Seferinin başında bulunan Vezir-i azam İbrahim Paşa’ya müjde olarak verildi.[72]

Bitlis’teki Meşhur Rojenik aşireti Emir Şeref’in oğlu Emir Şemseddin’i Bitlis Beyliğine oturttular. Bitlis üzerine yürüyüşünü sürdüren İbrahim Paşa, Emir Şemseddin’e haber göndererek boşuna direnmemesini istedi. Bitlis’i savunamayacağını anlayan Emir Şemseddin, İbrahim Paşadan bağışlanmasını istedi. Bu istek kabul edilerek Bitlis Emir Şemseddin’e bırakıldı.[73]

Bu sefere katılan Matrakçı Nasuh (Nasuhü’s-Silahi) Bitlis’in Durumunu Hakkında malumatlar vererek, aşağıdaki şekilde Bitlis’in bir minyatürünü çizmiştir.

 

 

Bitlis Minyatürü

 

İmparatorluğun başka yerlerinde kaldırılmış olmasına rağmen  vassal düzen Doğu Anadolu bölgesinde  yürürlüğe koymuştur. Mahalli beyler; Osmanlı egemenliğini tanımak kaydıyla kendi bölgelerinde serbest olmuşlar ve babadan oğula geçen valiliklerini devam ettirmişlerdir. Kanuni devrinden sonra “ellilerine verilen kadim temesükler mucebince” denilerek, “Yurdluk-Ocaklık” yoluyla sancak ve dirlik tasarruf edenlerin imtiyazları devam etmiştir.[74]

 

a) Şeref-Hanlar (1220-1670)

 

Kürt beylerinin en tanınmışı olmakla beraber tarihleri hakkında detaylı bilgiye sahip olmadığımız  Şeref-Hanlar, 1220 yıllarından 1670’e kadar takriben 550 yıl devam etmişlerdir. İlhanlılar’ın, Celayırliler’in, Timurlular’ın, Kara-koyunlular’ın, Ak-koyunlular’ın, Safeviler’in, 1514’ten sonrada Osmanlıların hakimiyetinde yaşayan bu aile, Bitlis’i ittihaz ermiş Ahlat’ı da elde etmiş, en geniş zamanında bütün Bitlis çevresinde (6.000 km²) hakim olmuş.

Şeref Han’dan önce Ziyaeddin ve İzzeddin kardeşleri tanıyoruz. Ziaeddin’in oğulları Eşref’le Mecdeddin, XIII. asrırın ikinci çeyreğinden itibaren  Bitlis çevresine hüküm geçirmeye başlamışlar. Mecdeddin’in yerine Melik Eşref’in oğlu İzzeddin, sonra babadan  oğula olmak üzere Mir Ebu-Bekr , Mir Şeyh I. Şeref, Mir Ziyaeddin, 1394’te  Timur’a tabi olan Hacı II. Şeref, Emir I. Şemseddin, I. İbrahim, Hacı Mehmet, II. İbrahim bey olmuşlardır. II. Şemseddin’in diğer oğulları hepsi 1432 başlarında ölen Ziyaeddin, Sultan Mahmud, Sultan Ahmed ile Emir Şeref’dir. Akkoyunlular, 1467 başlarından 1495 başlarına kadar 28 yıl, Şeref Hanlar Bitlis çevresinden tamamen kovmuşlardır. Akkoyunlu hakimiyeti zayıflayınca Şeref Hanlar, tekrar bu çevreye hakim olmuşlardır.

II.İbrahim’in yerine oğlu Şah-Mehmed, sonra onun oğlu II. İbrahim, sonra Hacı Mehmed’in oğlu Şemseddin’in oğlu IV. Emir Şeref, onun öldürülmesinden sonra oğlu III. Şemseddin “Bitlis Han’ı” olmuşlardır.

III. Şemseddin’in yerine oğlu Farıca meşhur tarih Şerefname’nin müellifi V. Şeref Han, sonra onun oğlu IV. Şemseddin ve onun oğlu Abdal Han, Bitlis’e hakim olmuşlar. V. Şeref Han’ın kardeşi Halef Bey, Osmanlılar’ın Malazgirt sancak beyi idi. Şeref Han’lar, Şah İsmail ve Halefleri ile çapraşık münasebetlere girmişler, mühim memuriyetlerle Safevi sarayında bulunmuşlar, bazen Osmanlılar’ı bazen Safeviler’i tutarak Bitlis’e hakim olmaya çalışmışlardır. 1657’de İstanbul’da 90 yaşında öldürülen Abdal Han, Osmanlılar aleyhine İran’la münasebetlerde bulunmuştur.Bunun kardeşi Ahmed Bey-Mirza, onunda oğlu 1669’da Şeref-Name’yi  Farsça’dan Türkçe’ye tercüme eden Mehmed Bey’dir. Abdal Han’ın oğulları Ziyaeddin Han’la Celaledin VI. Şeref Han, yerine geçmişlerdir. Diğer oğulları Hüseyin, Hasan, İsmail, Şemseddin, Nuruddehr, Bedreddin Beylerdir. 1670’de Osmanlılar, Bitlis’i Şeref Hanlara vermekten vazgeçmişlerdir. Bu dönemde Bitlis, bir Osmanlı Sancak (Vilayet) merkezi idi; Tanzimat’tan sonra vilayet  (eyalet) merkezi olmuştur. Abdal Han’a karşı Sadrazam Melek Ahmed Paşa’nın seferini Evliya Çelebi izahlı olarak anlatmıştır.[75]

 

 

 

Osmanlı Döneminde Bitlis Haritası

 

 

 

 

 

b) Osmanlı Döneminde Bitlis’in Yönetimsel Durumu

 

1537-1538 tarihli bir icmal defteri Bitlis’i vilayet olarak gösterir. Vilayete bağlı olarak Tatik, Kefenduz, Koltuk, Çuruk, Tatvan, Suy, Gevar, Karçıkan, Poğnar, Ahlat, Muş, Bulanık, Avckan, Handeres ve Hınıs nahiyeleri sayılmıştır.  Ayrıca İlk sayımda yer almayan Güzeldere, Umurbey, Kermiç, Pavisk, Gevaş ve Kapkan nahiyelerinin yer almadığı görülür.

Başbakanlık Arşivi’ndeki 1568-1574’ü kapsayan 563 no’lu “Maliye Ahkam Defterleri” Bitlis ve Adilcevaz, Van Vilayetine bağlı birer liva olarak saymıştır. Yine başbakanlık Arşivi, Kepeci tasnifi 262 no’lu bir defterde de, 1578-1588 arasında Bitlis’in Van Vilayetine bağlı olduğu yazılmıştır. 1604 tarihli bir icmal defterinde ise Bitlis Sancağına bağlı yerler Genç, Havit, Kefenduz, Çukur, Güzeldere, Muş, Gevar, Tatik, Ahlat, Karçıkanı ve Muş olarak gösterilmiştir.

1879’da yeniden vilayet yapılan ve hükümet (Yurtluk) olarak yönetilmeye başlayan Bitlis, 1609 tarihli “Ayni Ali Risalesi”nde Van Vilayetine bağlı bir hükümet olarak geçmektedir. Bu durum, 1631-1632 tarihli bir defterde ve 1654 tarihli “Ali Çavuş Risalesi”nde de aynen yinelenmiştir.[76]

1655’te Van Beylerbeyliğine atanan Melek Ahmed Paşa Bitlis’e de uğradığı Beylerbeyinin kafilesinde bulunan Evliya Çelebi bu dönemde Bitlis’in  yönetsel durumu hakkında  şu malumatları verir.

“Van eyaletinden ayrı bir hükümettir. Paye (derece) bakımından Van eyaleti payesidir. Eyalet 13 zeamet ve 214 tımardır. Alaybeyisi, çeribaşçısı, ve yüzbaşısı vardır. İki bin askerle idare olunup, bir sefer gerektiğinde yahut Van kalesinin tamiri için davet olunursa Van Serdarı ile beraber gelirler. Han’ın (Abdal) emri altında yetmiş aşiret ve kabile vardır. En seçkini Mudiki beyi Ali Bey’dir ki, yedi yüz tüfekli askere sahiptir. Bitlis yüz elli akçe payesiyle şerif kazadır. Kazaya bağlı on yedi nahiye olup, başlıcaları Mudiki, Sorp, Guvar, Gevaş ve Zerdehan’dır.[77]

Evliya Çelebi’nin iştirak ettiği ve yaklaşık olarak on gün sürdüğü bu ziyaret sırasında Bitlis vilayeti hakkında oldukça geniş bilgiler vermektedir. Bunu için bkz. Evliya Çelebi Seyahatnamesi C. 3-4

Osmanlı Devleti Doğu Anadolu da özellikle coğrafi şartlardan ve nüfus yapısı bakımından burada bulunan  aşiret halindeki beyler üzerinde tam olarak bir hakimiyet kuramamışlar. Buna karışlık Osmanlılara bağlılıklarını vergilerini ödeyerek belirtmişler. Bu bağlamda Bitlis’te Şeref Hanlar’ın soyundan gelen beyler tarafından asırlarca yönetilmiştir.

Bitlis’in il merkezi haline getirilmesi 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından gerçekleşti. Bitlis halkından pek çok kişi, Ruslara karşı savaşta büyük yararlılık göstermişti. Pek çok yerel şeyh ise, daha önceleri bile Kırım Savaşı sırasında Ruslara karşı savaşmak için başvurmuş bulunmaktaydı.[78] 

1879’da Bitlis’in vilayet merkezi yapılmasıyla Siirt, Muş ve Genç sancakları Bitlis’e bağlandı. Yönetsel olarak 19 kaza, 8 nahiye ve 2.088 köyden oluşuyordu. Bu dönemde yabancı sosyal bilimciler Bitlis’in etnik nüfusu hakkında bilgiler kaydettiklerini görüyoruz.

Cuinet, 1892’de yayınlanan La Turquie d’Asie adlı yapıtında, Bitlis merkez sancağının yönetsel olarak 4 kaza (Bitlis merkez kaza, Ahlat, Mutki, Hizan), 3 nahiye 434 köyden oluştuğunu belirtmektedir. Cuinet2e göre, merkez sancağının nüfusu, toplam 108.227’dir ve çeşitli etnik gruplar arasında aşağıda gösterildiği biçimde dağılmaktadır.

Müslüman                                                70. 403

Ermeni Gregoryen                                     32. 709

Ermeni Protestan                                       200

Rum Ortodoks                                          210

Süryani                                        3. 750

Yezidi                                                       965

Toplam                                                     108. 227

1893 Nüfus sayımında Bitlis vilayetinin nüfusu ve  bu nüfusun çeşitli etnik dağılımı daha ayrıntılı olarak gösterilmiştir.

                                                     Kadın                          Erkek

Müslüman                                     73.323                        93.731

Ermeni                                          45.581                        55.777

Katolik                                         2.171                          2.777

Protestan                                      636                             862

Monofizit                                      851                             1.130

Kıpti                                             70                               89

Toplam                                         122.632                      154.366

 

 

 

 

 

 

II. Meşrutiyet’te (1908) Bitlisi’in Meclis-i Mebusan Üyeleri.

 

Milletvekillerinin  Adları

 

Bağlı Oldukları Siyasi Parti

 

Milletvekilliği Yaptığı Dönem

 

Arif Efendi

Mınas Çınar Efendi

Hasan Lami Efendi

Nusret Sadullah Bey

 

Bağımsız

Bağımsız

Bağımsız

Bağımsız

 

1908-1912

1914-1918

1914-1918

Nisan 1912-Ağustos 1912[79]

 

1907’de Bitlis Vilayet, merkez sancağının merkez kazası, 5 nahiye, 188 köy mevcuttur.Diğer kazalar: Ahlat, 2 nahiye, 33 köy; Hizan, 3 nahiye, 168 köy; Mutki, 1 nahiye, 52 köye sahiptir.Bu dönemde Muş ve Siirt sancak  olarak Bitlis’e bağlıdır.

1911 yılında Bitlis Vilayet, merkez sancağın merkez kazası, 4 nahiye, 136 köy mevcuttur. Kazalar: Ahlat, 2 nahiye, 33 köy; Hizan, 3 nahiye, 168 köy; Mutki, 2 nahiye, 158 köye sahiptir. Bu dönemde de Muş ve Siirt sancak olarak Bitlis’e bağlıdırlar.[80]

 

 

 

c) Bitlis’te Ermeniler ve Faaliyetleri

 

Bu bölgede Ermeni ismine ilk olarak M.S. 188 tarihinde kurulan Artaksias Krallığı zamanında rastlanmıştır. O  tarihte bu bölgeye “yüksek / yukarı ülke” manasına gelen Aramice veya Ermeniya adı verilmişti. Bu ad coğrafi bir terim olup Muş ve Ahlat bölgeleri için kullanılmıştır. Bu ismi daha sonra Romalılar ve Avrupalılar da kullanmışlar.

Bu bölgelerde Ermeniler tam bağımsızlıklarını kuramamışlar, hep güçlü devletlerin gölgesinde yaşamışlar. Romalıların zayıflamasıyla, İslamiyet buralarda etkin olmuş (641). Bizans’ın güçlenmesiyle bu alanda İslam Ülkeleri ve çekişmelere sahne olmuş. Bizans, Ermenilerin ya Hıristiyan olmalarını yada bu bölgeden göç etmelerini istemişler.

Ermenilerin iddia ettikleri gibi “Büyük Ermenistan” denilen bugünkü Bitlis, Muş, Kars, Erzurum, Erzincan, Van ve Diyarbakır yörelerini kapsayan bölgede tam bir vatan anlayışı ile hiçbir zaman egemen olamadılar. Bilinen en eski yerleşim yerleri Klikya Bölgesi’dir. Konumu itibariyle Anadolu’ya devamlı akınlar yapılmış  ve bu akınlarla birlikte Ermeniler de göçe zorlanmışlar. Bu da gösteriyor ki Ermeniler tarih içinde sağlam bir devlet kuramamışlar.

Ahlat’ta kurulan Ahlat-Şahlar hakkında da Ermeniler Övgü ve şükranla bahsetmektedirler. Ahlat Şah’ı II.Sökmen döneminde Ermeniler ve Şark Hıristiyanları en refah dönemlerini yaşamışlar.

1440 yıllarına kadar Bitlis bölgesinde Ermeni olaylarına ait kayda değer bir olaya ve kayıtlı belgeye rastlanılmamıştır.

Osmanlılar dönemine kadar Ermenilerin yaşadıkları bölgelerde karışıklıkların olduğu bilinmektedir. Bizanslılar döneminde Ermeniler önce zorla Hıristiyanlaştırılmışlar, bazen Bizanslıların katliamlarına maruz kalmışlar. Ermeniler’in Bizans yönetiminden memnun olmadıklarını Malazgirt muharebesinde Ermeni birliklerinin Romanos Diogenes ordusundan ayrılmalarından anlıyoruz.

Bitlis ve yöresini baz alarak Türk-Ermeni ilişkisine baktığımızda ayrı dinlere inanmalarına rağmen çok büyük bir ihtilafın olduğuna rastlamıyoruz. Osmanlı Devleti ihtişamını yitirdiği zaman Avrupalı Devletler Anadolu üzerinde ki sömürgecilik faaliyetleri için, benimsemedikleri halde Fransız ihtilalinin ortaya çıkarmış olduğu milliyetçilik fikrini Osmanlı milletlerine empoze etmeye çalıştılar.

Sömürgeci devletler bu amaçlarını gerçekleştirmek için Anadolu’nun her yerine okullar açtılar. Bitlis’te de özellikle İngiliz ve Ruslar; Türk, Ermeni ve Kürtleri birbirlerine karşı kışkırttılar. Bilindiği gibi  Rus dış politikasının en değişmez, en önemli, tarihsel ana ilke sıcak denizlere (Akdeniz) inmektir. Buna bağlı olarak Türkiye’nin bölgedeki etkisinin güçlenmesine imkan tanımamak; bu amaçla bölgede buna direnebilecek siyasi akınlar, muhalif örgütler, kabileci ve milliyetçi gruplar oluşturmaktır. Buna karşı İngiltere Şark meselesinde Rusya’yı yalnız bırakmak niyetinde değildi; çünkü Rusya’nın Akdeniz’e inmesi İngiltere’nin çıkarlarına tersti.

Diğer yerlerde olduğu gibi Bitlis’te de Müslümanlarla Ermeniler birbirleriyle hoşça geçinmekte ve tabiiyete aykırı hiçbir tutum ve davranışları görünmemekte iken, bazı kötü niyetli ve kışkırtıcı Ermeniler’in aldatma  ve kandırmaları sonucu olarak Bitlis Ermenileri’nden bir takım aklı yufkaların fikirlerini zehirleyerek karışıklık ve kargaşalık çıkarmak ve sorumluluğunu Müslümanlara yüklemek için gereken yerlere fedailer ve cani serseriler gönderip ihtilal komiteleri ve çeteler teşkil etmiş, cinayetler düzenleyerek ayaklanma çıkarmak istemişlerdir.

Ermeniler 1891 yılında merkezi Bitlis Vilayeti olmak üzere isyan ettiler. Fakat Osmanlı Devleti’nin hazırlıklı bulunması sebebiyle erken tedbir alınmış ve isyan yayılmadan hemen bastırılmıştır. Taşnak Cemiyeti yaptığı neşriyat ile “Ermeniler’in Türkler tarafından katliam edildiklerinden” bahsedilerek şikayete başladılar. Osmanlı hükümeti tedbir almakla haklı olmasına rağmen muhtelif Avrupa merkezlerinde “Türk mezalimi”şeklinde takdim edilerek propaganda yapıldı.

1913 yılında Bitlis’te Ruslar, Kürtleri Ermeniler’e karşı kışkırtmışlar. Ruslar Kürt ve Ermenileri birbirlerine düşürerek Osmanlının iç işlerine müdahale etmek amacındaydı. Bunu sezen Osmanlı devleti buraya jandarma yığarak olayları daha başlamadan bastırmıştır.

Aşağıdaki vesikada yazıldığı gibi Kürt ve Ermeni unsurların birbirleri ile kaynaşıp iyi geçinmeleri için devlet Gayr-i Müslim (Ermeni)’lerden de polis  ve jandarma olunması için Bitlis Valisine telgrafname ile yetki vermektedir. (Aşağıdaki Belge DH.EUM..MTK. 4/47)[81]

 

 

 

(Yukarıdaki Belge DH.EUM..MTK. 4/47)

 

 

 

I. Dünya Savaşı’nda Ermeniler Rusların Doğu Anadolu’da  işgal ettikleri yerleri, Rusların buraları terki durumunda kendilerine kalacaklarını umuyorlardı. Bu yüzden Ermeniler  Ruslarla birlikte hareket etmişler.

1914’te Bitlis’in Hizan kazasına bağlı İkiztaş (Ahkis) yönündeki Sugör  köyüne asker kaçağı aramak ve asker almak için gönderilen jandarma müfrezesini köyün Ermenileri;Türk hükümetine asker vermeyeceklerini ve hükümeti tanımadıklarını söyleyerek silahla karşı koyarak ayaklanmayı başlattılar.

Bitlis-Van arasındaki Gevaş yolu askeri nakliyat için önemli bir yoldu. Burandan gecen telgraf hattı ordunun en önemli haberleşme aracı idi. Bu hattın önemini bilen komiteciler, Gevaş telgraf hatlarını keserek ordunun muharebesini durdular. Hattın tamir edilmemesi için çeteler yolları keserek, gönderilen müfrezelere üç gün ardı arkası kesilmeden ateş yağdırdılar.[82]

Ermeniler’in bu ayaklanmalarından maksatları, askerlerin hareketlerini, nakliyatını ve haberleşmesini bozmak, askerleri uğraştırmak, böylece Ruslara yardım etmekti. Bitlis ermecileri bu gaye uğruna ellerinden geleni esirgemediler.

“Millet-i Sadıka” diye nitelendirilen Ermeni ahalisi I. Cihan harbinin başlamasıyla Doğu Anadolu’da Rusların hizmetine girerek Müslüman ahaliyi katletmeye başladılar. Kaynaklara da baktığımızda Bitlis’te dahil bütün vilayetlerde Ermeni nüfusu azınlıktaydı. Ermeniler’in ayrılıkçı hareketlerine karşı Müslüman ahali de kendi tedbirini almaya başladı. Osmanlı devleti1915’te halkın birbirlerini daha fazla kırmaması için Ermenileri devletin sınırları dahilinde  ki bir başka bölge olan Suriye’ye tehcir ettirme kararını almıştır.

 

ç) I. Dünya Savası’nda Bitlis’in İşgali ve Kurtuluşu

 

Ermeni asıllı General Yudenich’in başkomutanlığındaki Kafkas ordusunu Anadolu’nun doğusunu işgali emrini vermiştir. Bu emir üzerine Kafkas ordusuna bağlı 4. Kafkas kolordusu Doğu Anadolu’ya girmiştir. Kısa bir süre içinde Doğu Anadolu’nun bir çok şehrini işgal eden Rus birlikleri ile ona öncülük eden gözü dönmüş ermeni çapulcuları Bitlis sınırlarına dayanmıştır.

1915 yılı Temmuz ayının bir ramazan gecesinde, Ruslar’ın Bitlis’i işgal etmek için  Başhan mevkine geldiği haberini almıştır. Ancak Bitlis’teki Türk askerlerinin ve milis kuvvetlerinin dirayetli savunması sonucu Ruslar Bitlis’e giremeyerek geri çekilmiştir. Ancak bu sevinç fazla sürmemiş, Şubat 1916 sonlarında Rus askeri ve Ermeni İntikam tugayları tekrar Bitlis kapılarına dayanmışlarıdır. Piyade Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki Türk  birliği, silah, cephane ve asker bakımından kendisinden çok fazla olan Rus ve Ermeni birlikleri ile savaşmak zorunda kalmıştır. Bütün direnmelere rağmen, 3 Mart 1916 günü saat 05:00’da Bitlis işgal edilmiştir.

Bitlis geçitlerinin Rusların eline geçmesi Türk Genelkurmayı’nı düşündürmeye yöneltmiştir. Geçitlerin düşman eline geçmesi; Diyarbakır, Adana, Halep, Bağdat yolunun düşmana açılması manasına geliyordu. Bitlis’in acil olarak alınmasına karar veren Türk Genelkurmayı, Çanakkale savaşsında büyük kahramanlıklar göstermiş ve o tarihlerde Edirne’de istirahatta bulunan 2. ordunun , öncelikle 2. orduya bağlı 16. kolordunun acilen Bitlis cephesine gönderilmesine karar verilmiştir. Bu kolordunun komutanlığına Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’i atamıştır. Albaylıktan generalliğe yükselen Mustafa Kemal, 27 Mart tarihinde Bitlis’i ziyaret etmiş, gerekli talimatları verdikten sonra karargahını kurmuş olduğunu Silvan’a geri dönmüştür.

1 Ağustos 1916 tarihinde Mustafa Kemal tarafından taarruz emri verilmiş 8 Ağustos 1916 tarihinde Bitlis tekrar istiklaline kavuşmuştur. Savaş sorası Bitlis harabeye dönmüştür. Savaşla beraber büyük göçler olmuştur. Bitlis I. Dünya Savasıyla beraber Anadolu’da işgal edilen vilayetler içinde istiklaline kavuşan ilk şehirdir. Bu kurtuluş, Milli Mücadelenin ilk kıvılcımımıdır. 

 
 


KOYUNLU DUYURU PANOSU





*** KÖYÜMÜZÜN ESKİ VE BELKİ NİCESİ VEFAT ETMİŞ YENİ FOTOGRAFLAR BULDUK.ANASAYFAMIZDA YAYINLADIK.SİZLERİN HİZMETİNE SUNDUK.İYİ KEYİFLER



***)ZİYARETÇİ DEFTERİMİZ YENİLENMİŞTİR.SİTE ZİYARETÇİLERİMİZE DUYURULUR.(28.01.2009)

***)MÜJDE!,MÜJDE!,MÜJDE! UZUN ZAMANDIR BEKLEDİĞİMİZ "koyunlufm" RADYOSU CANLI YAYINA BAŞLAMIŞTIR.HERKESE HAYIRLI OLSUN...




02.11.2008 TARİHİNDE EVLENEN TANER GÖK Ü TEBRİK EDER VE ÖMÜR BOYUNCA MUTLULUKLAR DİLERİZ...




***)SAYIN SİTE ZİYARETÇİLERİMİZ,26 EKİM 2008 ÜMRANİYE BOZ TEPE MAHALLESİNDE DÜĞÜNÜ YAPILMIŞTIR...MEHMET UYANIK'KUTLARIZ


DUYURULARINIZI GÖNDERİN YAYINLAYALIM
mail:koyunlu-ohin@hotmail.com

2)19 EKİM 2008 PAZAR GÜNÜ MALTEPE ZÜMRÜTEVLER MAHALLESİNDE KÖYÜMÜZÜN GENÇLERİNDEN "ÖZKAN KONUR ALLAH IN İZNİYLE EVLENMİŞTİR.KOYUNLU-OHİN.TR.GG AİLESİ OLARAK KENDİSİNE MUTLULUKLAR DİLERİZ..!...


BİZİ TAKİP ETMEYE DEVAM EDİN...



BİZE YAYINLAMAK İSTEDİKLERİNİZİ GÖNDERİN YAYINLAYALIM...


koyunlu-ohin@hotmail.com
-------------------


----------

www.koyunlu-ohin.tr.gg

------------------------------------------

KOYUNLU REKLAM PANOSU




1)ARTIM TRAFİK - AK SİGORTA aracılık hizmetleri /ŞENOL ARTIM -- ADRES:M.Akif ersoy mah. fatih bulvarı No:200 murat işhanı sultanbeyli-ist
TEL: 0216 419 26 66 -0535 844 34 16- 0532 559 62 13


2)ARTIM İLETİŞİM / ŞENOL ARTIM ADRES:Orhangazi mah.Cihan caddesi No:23 sultanbeyli-istanbul


3)

3)PAKER BOYA VE KiMYA SAN.TiC LTD SiT.BARISMAH.BARIS CAD.NO:25 GEBZE KOCAELi--05334948496
ERCAN BABAYiGiT


4) EMEK GRUP SİGORTA HİZMETLERİ
ŞENER UYANIK-FATİH UYANIK
0533 451 7097
MERKEZ:ADNAN MENDERS MAH.T.ÖZAL CAD.NO:1/3
EMEK- BURSA
TEL:0224 241 5715 -TEL/FAX:0224 242 3262
ŞUBE:ARZUHALCİLER ÇARŞISI NO:32
ACEMLER -BURSA



5)ŞİRİN SİGORTA VE VE ARACILIK HİZM.LTD.ŞTİ.
.MEHMETE ŞİRİN UYANIK

ADRES:Fatih Bulvarı No:278/ SULTANBEYLİ-İSTANBUL
TEL:0532 681 3241-
0216 398 9151-FAX:0216 398 9873
MAİL:sirinsigorta@aksigorta.net

REKLAMLARINIZI GÖNDERİN BEDAVA YAYINLAYALIM.

-----------

SİTEMİZİN HALKIMIZA HİZMETİDİR.

mail:
koyunlu-ohin@hotmail.com

www.koyunlu-ohin.tr.gg
<

Facebook beğen
 
BİTLİS VE İLÇE HABERLERİ
 

www.koyunlu-ohin.tr.gg

SİTE YÖNETİCİSİYLE MESAJLAŞ
 
HAVA DURUMU
 

www.koyunlu-ohin.tr.gg
 
SİTENİN HER HAKKI S.E GRUP EB TASARIM İÇİN SAKLIDIR.HER TÜRLÜ KOPYALAMA VE BİLGİ ALMA İZİNSİZ YAPILAMAZ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol